Çirkin Ares: Uzun Savaşın Sonu mu?

Çirkin Ares” , Artun Yeres’in Vietnam Savaşıyla ilgili kısa filminin adıdır.
Son günlerde Suriye’de Beşar Esad rejiminin uzun yıllara dayanan ve bir çeşit hanedanı andıran tuhaf yönetiminin devrilmesini izledik. Sonunda bu uzun ve çirkin savaş, umarım ki, bitti.
Görünüşte birliğini yeniden sağlamakta ve bir iç savaş sürecini geride bırakmakta kararlı olan Suriye hükümetinin yaşadığı bu ani çöküş ancak kendisinden daha geniş bir tür ağ yapılanmasının dağıtılması ve zincirin halkalarının kopmasıyla anlaşılır kılınabilir. Bu durumda zinciri elinde tutan devlet İran ve ona destek veren ana güç de Rusya gibi görünüyor.
Bana göre Rusya bir dizi önemli yanlışı art arda yaptığı için bu türden bir sonuçla yüz yüze kaldı. En büyük stratejik yanlışı Ortadoğu’da Iran gibi düpedüz köktenci, teokratik bir devleti güneyinde ana güç olarak konumlandırıp koşulsuz desteklemek oldu. Böyle geri ve tutucu bir siyasal rejimi “mistik bir düşünsel geleneğin temsilcisi” olarak ele aldılar. Oysaki gerçek elbette böyle değildi. Bölgede yaşananlar bunun en açık kanıtıdır. Birbirinden farklı inançlar taşıyan toplumsal grupların yaşadığı, çok katmanlı, karmakarışık bir coğrafyadan söz ediyoruz. İnsanlar dinsel ve etnik baskıdan, yoksulluktan, savaşlardan bıktı. İran ve ona bağlı güçler kendi anlayışlarını dayatarak hem halkın nefretini kazandı hem de karşıtlarını diri tuttu. Bugün İran’ın en etkili olduğu ülkelerden biri olan Lübnan’da bile durum böyle görünüyor.
Bu tercihi yaparak İran’ın arkasında duranların yanıldıklarını fark etmemeleri düşünülemez. Yine de onlar açısından vakit artık çok geç.
İlişkilerde düşmanınızın düşmanı her zaman dostunuz değildir. Böyle bir anlayış felsefî olarak da politik olarak da yanlıştır. Rusya bu türden bir yanlışın içine düşmüş olabilir çünkü bu çizgideki bir dış politikayı geleneksel olarak ve ısrarla devam ettiriyor.
Tarihin akışını geriye döndürmek de mümkün değildir. Hele ki şu teknoloji çağında… Bunun tercih ettiğiniz politika ile de pek bir ilgisi yok. Teknoloji ve iletişim insanların dünya içindeki konumlarını farklı biçimlerde yorumlamalarina imkân veriyor artık. Ne olacaktı, insanlar bu çağda ilham ve cezbeye tutulup akın akın mağaralara mı koşacaktı? Bugün küçük çocukların elinde bile akıllı telefonlar var.
Sormak gerekir; Ortadoğu eksenindeki geçmiş emperyalist savaşların, hegemonik dünya düzeni arayışlarının, elbette ki haksızlığı açık olan dış müdahale ve işgallerin alternatifi İran gibi tarih dışında kalmış ülkeler aracılığı ile bölgesel bir savaş çıkarmaya çalışmak mıdır? Dünyanın gördüğü bazı en karanlık grupları ve yapıları sahaya sürüp din savaşının tetiğini çekmek midir? Tek kutuplu bir dünyanın alternatifi olacaksa eğer bu alternatif Ortaçağ düşüncesini geri getirmek midir? Alternatif ilerlemenin reddi, modernitenin inkarı, sekülarizmin aşağılanması mıdır? İran’daki molla rejimine, Afganistan’da kız çocuklarını okulun kapısından dahi içeri sokmayan, köprülere güpegündüz insan asan gerici güruha sırf Batı karşıtı diye koşulsuz destek vermek midir? Bölgesel çelişkileri istismar edip ilkesiz, eklektik, çağdışı bir anlayışı, işte size alternatif diyerek insanlığa dayatmaya çalışmak mıdır? Dünyanın geçirdiği onca yıkım ve felaket dolu tecrübeden sonra ulaşılan sonuç gerçekten bu mudur? İkinci kutup, eğer böyle bir şey olacak ise, zamanın ve mekanın olmadığı bir tür Ortaçağ imparatorluğunda mı kurulacaktır?
Çok kutupluluk elbette bu şekilde kurulamaz.
Bugün Suriye her türden radikal ve gerici grupların bir paylaşım alanına dönüştü. Bunda onu parçalamaya çalışanların da “kurtarmaya” çalışanların da büyük sorumluluğu var.
Siyasette bir tür denge olmalıdır. Bir şeyi bütünüyle reddetmek daha büyük bir karşıt tepki yaratır. Diyalektik budur. Daima orta yolu bulmak zorundasınız yoksa o kendini çatışarak gerçekleştirir. Bir şeye karşı olmak onun antitezini koşulsuz olarak haklı da kılmaz. Kılmıyor da…
Toplumsal realitede siyah ve beyaz gibi kesin karşıtlıklar yoktur. Farklılıkların hepsi aynı anda ve birbirinin içine geçmiş biçimde var olur. İnsan dünyayı ikili karşıtlık temelinde kalın çizgilerle birbirinden ayrılmış gibi görüyorsa onunla ilgili derinlemesine bir anlayış geliştirmesi mümkün olmaz.
Düşünce tarihi içinde tartışılmış ve halen tüketilemeyen binlerce kuram vardır. Bunların etrafında gelişen belki milyonlarca görüş var ve yalnızca modern dünyada değil antik dünyadan itibaren bunlarla karşılaşmamız mümkündür. Günümüzde insanlar siyasal konum bakımından liberal olabileceği gibi kolektivist de olabilir. Kolektivizm totalitarizme ya da faşizme ulaşmak zorunda değildir, liberalizm de bireysel özgürlüğün toplumsal özgürlüğün koşulu ve güvencesi olduğunun garantisi anlamına gelmez. Nitekim “özgürlüğü savunan” ama hiçbir karşıt düşünceye tahammül edemeyen liberaller de mevcuttur.
Kolektivizm çeşitli temellerde örgütlenebilir. Muhafazakârlık temelinde örgütleniyor ise bana göre yanlıştır. Liberalizmin de farklı yorumları vardır. İnsanları yabancılaştırıyor, hiyerarşiyi dayatıyor ve güçsüzün çiğnenmesini meşru kılıyorsa dahası rekabet güdüsüyle kişiyi insanlıktan çıkarıyorsa o da yanlıştır. Nitekim bugün yaşadığımız insanî tahribatın temelinde bu türden bir yabancılaşma var bana kalırsa. Neoliberalizm insan türünü mahvetti, etiği ayaklar altına aldı ve karşılıklı yardımlaşmanın yerine rekabeti koydu.
Dünyadaki siyasal düşünceler yumağını okuyarak bitirmeniz mümkün değildir. Bir değil on ömrünüz olsa da yetişemezsiniz. Buna karşılık fanatizm saplantılı bir duygudur ve neredeyse her kişide ve ideolojide aynıdır. Ona saplananlar tek merkeze bağlanmış gibi aynı zihinsel yapıyla düşünürler. Tahammülsüz, vicdansız ve tek sözcükle iğrençtirler.
Konumuza dönecek olursak…
Ortadoğu’da yaşanan çatışmaların bir çıkmaza gittiği yıllar önceden belliydi ama bugünkü durumun esas faktörleri yalnızca kuvvetli eğilimler olarak görülebiliyordu. Çelişkilerin istismar edilerek potansiyel fay hatlarının ısrarla tetiklendiğini az çok görebiliyorduk. Yine de bunun hangi amaçlarla yapıldığını anlayamıyorduk. İşin renginin değişmeye başladığı bir süre sonra açığa çıktı ama olaylar yaşanırken onların niteliğini anlamak zordur. Bugün bile ancak yıllar sonra geriye baktığımzda net olarak görebileceğimiz şeyler yaşıyoruz. İnsanları suçlamak bu nedenle doğru değil. Benim gibi dünyayı takip etmeye çalışan biri bile ancak 2018 civarında kişisel düzeyde panoramik bir görüntü ortaya koyabildi. Parçalı yapıyı konuyla uğraşmayan insanın teşhis edebilmesi çok zor hatta imkansızdır.
Elbette bu yaşananlar bir süreçtir ve bana kalırsa öncelikle bölge halkları arasında çözülmesi gereken bir süreçtir. Toplanırlar, müzakere ederler ve artık ne olursa da olur. İnsanların savaşa tahammülü kalmadı.
Dünyaya barış, herkese huzur dilerim.
Bir not: Bu gibi süreçlerde hapishaneleri boşaltırken çok dikkatli olmalısınız. İçeriden kimin çıkacağını bilemeyiz. Temenni edildiği kadar saf ve temiz bir dünyada yaşamıyoruz.
Dünya halen tehlikeli bir yerdir.
● ONUR AYDEMİR ●
● 2024, ANKARA ●



