Sovyet Nostaljisi Neden Var? Dağılışın Gerçekleri ve Nostajinin Pragmatik Kullanımı

Romantizm esas itibariyle tehlikeli bir ideolojidir çünkü siyasal yabancılaşmanın belirli bir aşamasında ortaya çıkar. Bu ıstırap verici durumun olumlu ve dönüştürücü bir şekilde aşılabilmesi ancak yabancılaşmaya neden olan maddi ilişkilerin değiştirilmesiyle mümkündür. Yoksa bu türden bir romantizm egemen güçler tarafından sinizm doğrultusunda kullanılır. Nietzsche, Heidegger ve diğerlerinin teorileri böyle gerici bir kullanımın ürüdünür. Bu türden karanlık düşüncelerin Alman faşizmiyle yakın ilişkisi bu kısa notun sınırlarının dışında kaldığı için tartışmayacağım. Yalnızca tarihe not düşmek amacını taşıdığından bu yazının sınırları dar olacak.
Sovyetler Birliği, doğrudan doğruya yönetici konumda bulunan Komünist Parti önderliğinin göz yumduğu hatta kimi zaman özendirdiği, teşvik ettiği, kışkırttığı kitle desteğinin etkisiyle, bilinçli ve iradî bir çaba sonucunda, merkezden çevreye doğru aşamalı olarak dağıtılmıştır. Bugünkü Rus elitlerinin bir türlü kabullenemediği, hazmedemediği çok basit ve yalın gerçek budur.
Sovyetler Birliği bugünkü yaygın yanlış iddiaların aksine bir imparatorluk ya da jeopolitik bir ihtiyaç değil özgün bir birleşik federatif devletler formudur. Din ya da milliyetçiliğe değil ideolojik ve iktisadî birliğe dayanmaktadır. Kabullenemedikleri ikinci çok basit ve yalın gerçek de budur.
Kişisel olarak Sovyetler Birliğinin dağılmasını tercih etmezdim, hele bugünkü faşist özentisi mirasçılarını gördükten sonra… Yine de dağıldı, üstelik bunu başlarındaki devşirme kapitalistler tarafından seferber edilmiş Rus halkının o dönemki en politik kesimlerinin aktif kitle desteği ile yaptı. Tekraren vurgulamakta yarar vardır, artık bu acı gerçeği sindirebilmeleri gerekiyor. Acilen gerçek dünyaya dönmeleri önemlidir yoksa bu toplumsal travma günümüzde daha tehlikeli ve gerçek anlamda yıkıcı sonuçlara yol açabilir. Bu travmanın mevcut siyasal iktidar tarafından kitleleri mobilize etmekte büyük bir başarıyla kullanıldığından emin olabiliriz. Öyle ki Ruslar bu büyük toplumsal travmayı, gerçekte olması gerektiği gibi, şimdiki zamandan, tam olarak bu saat ve bu dakikadan başlayacak bir sınıf mücadelesi örgütleyip kendi oligarklarıyla ve dönekleriyle hesaplaşarak aşmayı akıllarının ucundan geçirmiyorlar bile! Bunun yerine bütünüyle emperyal bir söyleme öykünüyorlar. Bir tür “Stalin güzellemesini” bu emperyal söylemle bütünleştirip onu Rus burjuvazisinin güncel çıkarları ve ihtiyaçları doğrultusunda aktifleştiriyor, “büyük Rus milliyetçiliğini” de kaşıyarak kendi akıllarınca siyaset yapıyorlar! Ne muazzam bir Sovyet ideolojisi ama! Stalin hayatta olsaydı bana kalırsa önce kendini solcu zanneden bu tuhaf tiplerle mücadele ederdi çünkü uzmanlık alanı milliyetler meselesidir. Milliyetler meselesine de bugünkü faşist özentisi hayranları gibi baktığını hiç ama hiç sanmıyorum.
Başarılı bulduğum bir metaforu burada pek de hoşlanmadığım birinden alıntılamak durumunda kaldığım için samimi olarak üzülüyorum; Yegor Gaydar denilen adamı hiç ama hiç sevmem! Rusya’daki neoliberal dönüşümün halka dayatılması sürecinde Boris Yeltsin hükümetinde etkin bir figür olarak görev almıştır. Günümüzde “şok doktrini” olarak da anılan, kelimenin tam anlamıyla “yıkıcı” bir tasfiye programını acımasızca uygulamış, ülkesinin her alanda yıllarca biriktirdiği iktisadi ve toplumsal kazanımları göz açıp kapayıncaya kadar heder etme “başarısını” göstererek misyonunu süratle tamamlamıştır! Bu bakımdan en az patronları Yeltsin ve Gorbaçov kadar “başarılı” olduğu tartışma götürmez. Söz konusu yağma ve talan politikaları sonucunda, yıllarca tam istihdam sağlamış bir ülkede binlerce insan açlıktan ve evsizlikten öldü. Milyonlarcası işsiz kaldı. Yine de onun yaşamının son yıllarındaki bir benzetmesine artık katılmak zorundayım. Tarihsel süreç içerisinde bir tür imparatorluk ideolojisine dönüşen resmi ideolojinin egemen olduğu böyle bir siyasal düzen çöktüğünde, eğer bu düzen kendini sonsuza kadar sürecek gibi sunmuşsa, orada yaşayan insanların çöküşe inanması bir hayli güçtür. Bu durum bir insanın bacağı kesildiğinde onu sanki varmış gibi sanmasına benzer. Bacak kesilmiştir ama onun olduğu yer hala ağrımaktadır! Rusların bugünkü durumu bu örneğe ne yazık ki çok benziyor. Sovyetler Birliği artık yok ama sanki varmış gibi acısını çekiyorlar.
Asgari düzeyde Marksist-Leninist teorik formasyonu olan herkesin bildiği gibi ilhak, ulusal baskının en temel biçimidir. Üstelik bu ilhak, onu gerçekleştiren güçlerin küresel çıkarlarını korumak amacıyla, daha açık ifade etmek gerekirse jeo-stratejik planda kıyı bölgelerini (Rimland) korumak amacıyla gerçekleştiriliyorsa, onun emperyalist karakteri bütünüyle şeffaf bir hale gelir. Sovyet sözcüğünü dilinden düşürmeyenlere Lenin’in Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması denemesinin 1917 Rusça baskısına yazdığı önsöze dönmelerini öneririm. Lenin bu önsözün bir yerinde aynen şöyle der (1978: 8);
Şimdi, şu özgürlükle dolu günlerde, çarlık sansürünün kaygılarıyla saklanmış, demir bir mengene içinde sıkılmış, bir komprime duruma getirilmiş bu satırları yeniden okumak bana zor geliyor. Emperyalizmin, sosyalist devrimin hemen arifesi olduğunu, sosyal-şovenizmin (sözde sosyalist, gerçekte şoven olmanın), sosyalizme karşı tam bir ihanet ve burjuvaziye tam bir kaçış olduğunu, işçi hareketindeki bu bölünmenin emperyalizmin nesnel koşullarıyla ilgili olduğunu vb. ortaya koymak için gerçekten bir “köle” dili kullanmam gerekmiş; bu konuya ilgi duyan okura, yeni bir baskısı yakında çıkacak olan, 1914-1917 arasında yurtduşunda yazdığım makalelere başvurmasını salık veririm. Bu broşürlerde, özellikle 119-120. sayfalarda, kapitalistlerin arsız yalanını, (Kautksy’nin çok tutarsız bir biçimde karşı çıktığı) onların safına katılmış olan sosyal-şovenlerin ilhaklar sorununda kendi kapitalistlerinin ilhaklarını utanmadan nasıl sakladıklarını, sansürden geçebilecek bir biçimde okura anlatabilmek için, Japonya örneğini vermek zorunda kalmıştım. Dikkatli okur, Japonya’nın yerine Rusya’yı, Kore’nin yerine Finlandiya’yı, Polonya’yı, Kurland’ı, Ukrayna’yı, Hiva’yı, Buhara’yı, Estanya’yı ve Büyük Rus olmayanların oturduğu başka bölgeleri koymakta güçlük çekmeyecektir.

Sanırım bu konuyla ilgili bu kadarcık söz bile sorunun özüne ışık tutmaya yeter de artar…
Rusya’da 1980’lerin sonundan itibaren eklektik, soyut hatta kimi zaman ajitatif bir “demokrasi” söylemi topluma egemen oldu. Bu durumun yarattığı demagojik atmosfer, ülkenin maruz kaldığı büyük dağılmadan itibaren, mevcut siyasal iradenin baskısıyla, iktisadî planda neoliberalizme ani bir geçişe doğru zorlandı. Bu geçişi başarmak için çeşitli hibrit yönetim modelleri denendi. Bunun sonucunda, siyaset biliminin kuralları gereği ve olması gerektiği gibi bir “anayasa krizi” baş gösterdi. Üstelik kısa sürede, yapılan (yoksa dayatılan mı demeli?) bu “tercihin” Rusya’nın yapısal özelliklerine uymayacağı anlaşıldı. Uyamazdı da çünkü kapitalizm klasik gelişme yolunu Batı Avrupa’da takip etmiştir. Diğer ülkelerde farklı ve özgün yollar, çatışmalı biçimler ve karakterler almıştır. Özellikle Rusya ve Türkiye gibi eski tip çok uluslu imparatorluklarda her zaman melez, hibrit formlar görürüz. Yaklaşık on yıl süren felaketli kriz dönemlerinden sonra ülkede göreli siyasal istiktar sağlandı ve yaşanan kimlik krizi yapıntı ideolojilerle aşılmaya çalışıldı. Bunların başında da Rus Avrasyacılığı gelmektedir.
Rus elitlerinin günümüzde yapmaya çalıştıkları tek şey, yeterli sermaye birikimini sağlamak ve ülkelerini bir arada tutabilmek için siyasal ve askerî açıdan (bana kalırsa son derece tehlikeli) çeşitli atraksiyonlar denemektir. Emperyal hayalleri canlandırmak, çeşitli dinsel yorumları siyasal amaçlarla kullanmak ve çevre ülkelere her türden gericilik ihraç etmek bu “yöntemlerden” bazılarıdır.
Oysaki bu insanlar Sovyetler Birliğini, onun yasını tutacak ve nostaljisini yaşayacak kadar çok seviyorlarsa basitçe iki şey yapmaları gerekirdi. Birincisi, kendi oligarklarıyla sınıf mücadelesi vererek her türlü emperyal misyon ve ihtiraslara karşı çıkacaklardı. Geniş bir politik kampanya başlatarak, kendi içlerindeki dağılmaya yol açan dinamikleri inceleyecek ve bunun arkasındaki çevrelerle hesaplaşacaklardı. Bu bağlamda kendini bir sınıf düzleminde örgütleyen bürokrasinin yol açtığı kadro yetiştirme problemini inceleyeceklerdi. Bana göre bunun arkasında bir tek neden vardır o da milliyetçiliktir. Bu nedenle burjuva milliyetçiliğini mahkum edeceklerdi ama yapamazlar ve nitekim tek yaptıkları ona yedeklenmektir. İkincisi dinin siyasallaştırılmasına karşı çıkacaklardı. Bu konuda kararlı ve uzun vadeli bir strateji geliştireceklerdi. Din üzerinden politika yapan hükümetleri mahkum edeceklerdi. Dünyada bugün eksikliği çekilen bir şeyin, gerçek ilericiliğin taşıyıcısı olacaklardı. Bugüne kadar yapılanlar bunun tam tersidir. Ulusal baskı, emperyalist tahakküm ve gericiliğin her dinden her biçimi artık öncelikle Rusya tarafından destekleniyor ve bunun karşısında bulunmak herkesin görevidir. Dünyada ne kadar emperyal proje varsa seçici olmaksızın hepsini mahkum etmek gerekir. Bunun başka bir yolu yoktur.
Sovyet romantizmine saplanıp kalan insanların kendilerine şu soruyu artık sorabilmeleri gerekir. Sovyetler Birliği üst düzey politik kadro yetiştirmekte neden başarısız oldu? Sistemdeki 4 kişi ölünce neden bütün bir sistem dağıldı? Yoksa bu insanlardan başka kadrolar olması gerektiği gibi yükselemedi mi? Neden yükselemediler? İnsana ve güce yaklaşım sorununda ideolojik mücadele yeterince yapılamamış olabilir mi? Bu sorun günümüzde de devam ediyor olabilir mi? Bunlar çok basit sorulardır ve bu soruların yanıtlanması pek çok yanıtı beraberinde getirecektir.
Leonid Brejnev merhum Haydar Aliyev’e, kendisinden iki sonraki genel sekreter Mikhail Gorbaçov’dan bahsederken onun hakkında ne diyordu biliyor musunuz? Koyunların şahı bu adam diyordu! Bunu, önemli bir parti yetkilisi ve sonradan politbüroya kadar yükselen rahmetli Aliyev’in Azerbaycan’da 1 Mayıs nedeniyle düzenlediği gösterilere misafir olarak katıldığında söylemiştir. Tarım sorunlarından başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen (ve rekor düzeydeki 1990 hasadını tarlada çürüterek uzmanlık alanındaki başarısını nasıl kanıtladığını Yegor Ligaçev’in kitabından öğrenebilirsiniz: Ligaçev, 1995: 62), bu karikatür adamla bu şekilde alay ediyordu aslında ve onu yükselteceğinin de işaretlerini veriyordu. Bu durum yozlaşmış bir siyasal sistemin niteliksiz ve üstlerine körü körüne sadık olduğu düşünülen kişileri yükselterek nasıl ayakta kalmaya çalıştığına çok çarpıcı bir örnektir ve düşünür Niccolo Machiavelli’nin Roma tarihini anlatırken sözünü ettiği temel siyasal yozlaşma belirtisi tam olarak budur. Nitekim sistemi uzunca bir süre (ki burada yaklaşık 40 yıldan söz ediyoruz) Mikhail Suslov neredeyse tek başına yönetti daha doğrusu bunu yapmak zorunda kaldı ve bu adam, ironiktir, boş zamanın hoş zaman olarak örgütlenmesinden söz edilen bir toplumda yorgunluktan öldü! Bu durum bir şey anlatmıyor mu? Bu durum insana yaklaşımda bir tür farklılığın gerektiğini oysaki inanılmaz bir şekilcilik ve güç sarhoşluğunun ortaya çıktığını göstermiyor mu? Bugün bu insanlar hala neyin nostaljisini yaşıyorlar?
Belki de nostalji ve sinizmin konforunu yaşıyorlardır, kim bilir?
● ONUR AYDEMİR ●
● 2024, ANKARA ●



