onur aydemir blog

onur aydemir blog

Bir dijital flanörün not defteri…

Nisan 2025
P S Ç P C C P
 123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
282930  
§

Art Chagall childhood trauma creative nonfiction deneyim dijital corpus denemesi dünya Edebiyat Eleştiri flanörün günlüğü flâneur’s diary goebbels rhetoric history holocaust innocence and loss Jeopolitik Kültür melankoli modern political manipulation modern şiir nostalji Onur Aydemir Painting Paris personal narrative political aesthetics Political Analysis politics politika post-truth politics Psikanaliz Rus Edebiyatı russia Rusya rüya Savaş Siyaset Soviet Union Tarih Tolstoy trauma aesthetics trauma and memory trump Türk edebiyatı USA war memoir çocukluk anıları Şiir şiir şiirsel anlatım

BİR KAVRAM

OLGU: Suskunluk Sarmalı
KÖKEN: E. Noelle-Neumann, 1974
TANIM: Bireylerin, görüşlerinin toplumda azınlıkta kaldığını düşündüklerinde dışlanma korkusuyla sessiz kalma eğilimi.

YILIN OKUMALARI

Körleşme – Elias Canetti

Berlin Alexanderplatz – Alfred Döblin

Aylak Adam – Yusuf Atılgan

DİKKAT: DÜŞÜNCE İÇERİR

Sayfa Kenarı Notu

“Geçmiş hiçbir zaman ölmemiştir. Aslında geçmiş sayılmaz bile.”

Faulkner’ın bu sözü, Holokost hafızasının bugünü nasıl şekillendirdiğini mükemmel özetliyor. Travma statik değil, yaşayan bir varlık.

08 EKİ

Kaldırımdaki ıslak yaprakların üzerinde yürürken, her adımda ezilen geçmiş bir mevsimin fısıltısı duyulur… Şehir, en melankolik şiirini sonbaharda yazar.

Küresel Sistem Krizi ve Entelektüel Elitler: Amerikan İlericiliğinin Sorunları

Amerikalı entelektüellerin ilerici kanadının son yıllarda, yerleşik sistem içindeki hazır düşünce kalıpları içinde kalarak, hâkim paradigmalara “meydan okumaya çalıştıkları” gözlenmektedir. Bu çabalar, yükselen muhafazakâr siyasal ve ideolojik eğilimlere karşı koymayı arzulayan bir grup insanın, toplumun mevcut dinamiklerine eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşma isteğinden kaynaklanmaktadır. Ancak bu tür girişimlerin bahsedilen çevrelerin kendi “ethosları” içinde deyim yerindeyse entelektüel bir “patinaj” yarattığı düşünülmektedir. Bunun nedeni söz konusu entelektüellerin sorunların derin yapısal köklerine ve bundan kaynaklandığı ileri sürülebilecek olan karmaşık sonuçlarına yaklaşım tarzlarının son derece “yüzeysel” kalarak esasen bir tür “paradoks” yaratmasıdır. Bu durumu daha da karmaşık hale getiren, tartışmaların sıklıkla dar biçimde çerçevelenmiş soyut kavramlar etrafında döngüsel bir biçimde gelişmesi ve gerçek dünya ile olan bağlantılarının yeterince derinlemesine incelenmemesidir. Bu yazarın görüşüne göre, Demokrat Parti’nin şu anda yaşadığı krizin başlıca nedeni, Amerikan siyasal düşüncesinin, liberalizmin belirli bir yorumuna hapsedilmesinin yarattığı söz konusu paradoksal durumdur. Daha açığı, parti sisteminin Demokrat kanadının etrafında kümelenen entelektüel çevrelerin, siyasetlerine temel oluşturan analizlerini yalnızca Küreselleşme ve buna bağlantılı olarak ele aldıkları Kimlik Politikaları ile sınırlandırarak, esas dayanakları olan ve oylarını alarak iktidara gelmeye çalıştıkları seçmenlerle somut, gerçek ve vizyoner bir bağ kurmakta başarısız oldukları düşünülmektedir. Bu bağlamda, demokratların seçmenlerin seslerini duyuracakları bir platform oluşturarak onların gerçek gündemleriyle örtüşen alternatif politikalar geliştirme konusundaki yetersizlikleri ve başarısızlıkları, bu satırların yazarına göre, partinin itibarını ve etkinliğini daha da sarsmaktadır. Çok sayıda kamuoyu yoklamasının da ortaya koyduğu gibi, Amerikan seçmenleri arasında hâkim olan duygu, uluslararası ilişkiler ve jeopolitiğin inceliklerine karşı genel bir ilgisizliktir. Kaygılarının odağında öncelikle kendi geçim kaynakları, aileleri ve eyaletleri de dahil olmak üzere esas olarak “iç meseleler” yer almaktadır. Bu durum, siyasi aktörlerin yalnızca yüzeysel analizlerle yetinmelerinin sonucunda, halkın ihtiyaçlarını yeterince anlayamadıklarını ortaya koymakta ve dolayısıyla toplumun gerçek taleplerine karşı körleştiklerini göstermektedir.

Tarihsel analizler, 2000’li yılların başından itibaren küresel sistemde yoğunlaşmaya başlayan sistemik bir krizin belirtilerinin ortaya çıktığını ortaya koymaktadır. Bu süreç, yalnızca ekonomik krizlerle sınırlı kalmayıp, sosyal ve politik dinamikleri de etkileyen karmaşık ve çok boyutlu bir yapıya sahiptir. Merkezden çevreye doğru bir kapsamlı bir yeniden yapılanmayı gerektiren söz konusu sistemik krizin ulaştığı noktada değişim için acil bir gereklilik kendini göstermeye başlamıştır. Bu gereklilik, toplumların, devletlerin ve uluslararası aktörlerin iş birliği içinde hareket etmelerini zorunlu kılacak ölçüde köklü ve çok boyutly önlemleri gereksinmektedir. Ancak, bu tür kapsamlı dönüşümlerin bütünüyle mevcut sistemin içinde kalarak başlatılamayacağının kabul edilmesi de öncelikli olarak kabul edilmesi gereken bir tür zorunluluktur. Aksi takdirde sürdürülebilir ve kalıcı bir değişim sağlanması oldukça güç olacaktır. Daha açığı bu tür bir dönüşümün gerçekleştirilebilmesi için farklı düşünme biçimlerini içeren kapsamlı ve sistematik bir yaklaşım gerekmektedir.

Düşünce sistemleri arasındaki etkileşimler ve yenilikçi fikirlere açıklık, yukarıda açıklanmaya çalışılan türden köklü bir dönüşüm sürecinin kritik noktalarını oluşturur. Benim varsayımıma göre, ancak “vasat” entelektüel kapasitelere sahip bireyler ya da gruplar esas olarak egemen sistem içinde düşünerek geçici çözümler formüle etme sürecine dahil olmak için yarışmak üzere konumlanmakla ilgilenmektedir. Bu tür geçici çözümler konjontürel olarak bir noktaya kadar işe yarasa da kalıcı değişimler yaratmaktan uzaktır. Buna karşılık vizyoner liderler 50, 100, hatta 200 yıl sonrasının ihtiyaçlarını öngörebilme kapasitesine sahip olmalıdır. Geleceği doğru bir şekilde yönlendirebilen bu liderler, yalnızca mevcut sorunların çözümü ile sınırlı kalmaz, aynı zamanda aynı zamanda yeni fırsatlar yaratma konusunda da öncü rol oynarlar. Böyle vizyoner liderlerin en dikkate değer örneklerinden biri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’tür. Atatürk, hem idealleri hem de eylemleri ile dönemin ihtiyaçlarına yanıt verebilmiştir. Benzer şekilde, artık aramızda olmasalar da Fransız Devrimi’nin mimarları da söz konusu niteliği örneklemişlerdir. Bu türden lider özelliği gösteren vizyoner kişiler idealizmleri, karakter güçleri ve zekâlarıyla öne çıkarak emsalleri arasında fark yaratabilirler. Çok çeşitli bilgi birikiminden yararlanma becerileri de dikkate değerdir. Bu türden bir liderlik, yalnızca bireysel çaba ile değil, aynı zamanda toplumların kolektif bilinç ve iradesi ile de şekillenir; bu, yeni bir küresel düzende var olabilmek için gereken değişim ruhunu besler.

Bu satırların yazarına göre, günümüz toplumlarında sistemin etkin bir şekilde işlemesinin ve yenilenebilmesinin önündeki başlıca engel olarak saptanması gereken esas sorun, hâkim paradigmaların sınırlarının ötesinde düşünme ve kavramsallaştırma kapasitesine sahip vizyoner ve nitelikli bireylerin derhal sistemden dışlanması ve tecrit edilmesiyle ilgilidir. Bu “dışlayıcı dinamik”, kolektif çıkarların önüne geçen bir kişisel çıkar kültürünün teşvik edilmesiyle etkin biçimde sürdürülmektedir. Bireylerin kolektif değerleri ve asgari ihtiyaçları yerine, daha çok rekabeti, bireysel çıkarı ve bunun üzerinden mevcut sistemin işleyişini koruyan ve sürdürmeyi amaçlayan yapıların etkisi altında kalmaları, bu sorunları daha da derinleştirmektedir. Bu hâkim eğilimin önüne geçebilmek için, bireylere özgürce düşünebilmelerini teşvik edecek yeterlikte asgari bir özerklik sağlamak ve onları yapısal ve ideolojik baskı alanından çıkararak geleceğin vizyonerlerinin korunmasını temin etmek zorunludur. Bu yaklaşım olmaksızın siyasal sistemlerin tıkanmasının önüne geçmenin zor olduğu düşünülmektedir.

Tarihsel sürece dikkatle bakılacak olursa, birkaç dışlanmış ciddi zekanın dışında (ki Rousseau belki de bunun en parlak örneklerinden biridir), otantik seçkinlerin de esas olarak yukarıda açıklanmaya çalışılan dikkatle yapılandırılmış süreçler aracılığıyla yetiştirildiğini ileri sürmek yanlış olmaz. Kişinin ailevi geçmişinin, özellikle de ailesinin zenginliğinin, mesleksel olsun ya da olmasın yararlandığı olanakların ya da soyluluğunun, kişiyi otomatik olarak seçkin bir birey ya da vizyoner bir lider olarak işaretlediği yönündeki potansiyel iddia açıkça yanlıştır. Bu durum, tüm bireylerin eşit fırsatlara sahip olduğu ileri sürüldüğünde, toplumsal yapıların dinamiklerini sorgulamayı da beraberinde getirir. Eğer böyle bir iddia ileri sürülecek olursa, “Fransız Devrimi’nin” nedenlerine ilişkin kaçınılmaz bir sorgulamayı yapmak gerekecektir. Bireyin, günümüz dünyasında sağlıklı biçimde yaratıcılığını geliştirecek yükselme imkânlarına sahip olduğunu iddia edecek olası mıhafazakâr tutum, olanca basitliğine rağmen, günümüzde küresel sistemin neden yeniden yapılandırılma ihtiyacı duyulduğu ve bundan türetilebilecek ikinci tarihsel soru olan Fransız Devrimi’nin neden yapıldığı gibi iki basit soruyu yanıtlamakta oldukça zorlanacaktır. Böylesine basit sorulara yanıt verememek, sınırlı entelektüel kapasitenin güvenilir bir göstergesi olarak hizmet eder ki bu da paragrafın başında ileri sürülen iddiaya bir kanıt oluşturur.

Günümüzde sermaye birikiminin özgün ve çarpık biçimlerinin belirli kişi ve çevreler için yarattığı korunaklı ortam sistemde eşitsizlik yaratmakta ve yetenekli bireylerin gerektiği gibi yükselmesinin önüne set çekmektedir. Somut biçimde açıklamak gerekirse, bir kişinin ailesi ya da ait olduğu toplumsal grup ona sürekli olarak koruma ve destek sağlamış, karşıtlarını ise sistematik olarak ortadan kaldırmış olabilir. Bu durum, o kişinin entelektüel yeteneklerini yanlış değerlendirerek kendisini örneğin Einstein veya Robespierre gibi figürlerle bir tutan hatalı bir benlik algısına yol açmış olabilir. Bu durumun genelleşmesi entelektüel ortamda bir tür kanser gibi yayılmış ve birbirinin yetersizliklerini onaylamaktan ileri gitmeyen, vizyonu dar ve niteliksiz elitlerin ortaya çıkmasına neden olmuş olabilir. Bu türden yanlış seçilmiş elitlerin yalnızca statükoyu korumakla kalmayıp, aynı zamanda yaratıcı düşüncelere de kapalı durarak, toplumun ilerlemesine ket vurduğunu iddia etmek mümkündür. Ancak, maddi gerçekliğin dayattığı sınırlamalarla karşılaşıldığında, böyle kişi ve çevrelerin yanılsamaları kaçınılmaz olarak ortadan kalkar ve entelektüel kapasitenin gerçek boyutları da ancak büyük bir hasar bilançosu ile birlikte ortaya çıkar. Sonuç olarak, etkili bir dönüşüm için yalnızca bireylerin düşünsel özgürlüklerinin sağlanması değil, aynı zamanda mevcut eşitsiz düzlemde baskı altına alınmış bu bireylerin seslerinin duyulabilmesi ve fikirlerinin toplumda değer bulabilmesi de kritik önem taşımaktadır.

Yukarıda bir kısmına kısaca değinilmeye çalışılan nedenlerden dolayıdır ki günümüz dünyasında küresel sistemin kapsamlı bir yeniden yapılanma sürecinden geçirilmesi gereklilikten de öte artık bir zorunluluk haline gelmiştir. Ortalama zekaya sahip bireylerin kendini açıkça ortaya koyarak belirtilerini her alanda gösteren bu gerçeği fark edebilmesi beklenmektedir. Yine de ne yazık ki bu farkındalık genellikle yüzeysel kalmakta, derinlemesine bir anlayışa dönüşmemektedir. Söz konusu yeniden yapılanmanın dayattığı zorunlulukların tamamı henüz idrak edilememiş olsa bile, koşullar olgunlaştıkça, sözü edilen resmin daha büyük bir bölümünün kaçınılmaz olarak gün ışığına çıkacağını varsaymak mümkündür.

İnsanlığın geleceğini ilgilendiren kapsamlı toplumsal sorunları ele alırken tekil psikolojik açıklamalar yapmak, teknolojik determinizme dayalı saptamalarda bulunmak ya da konformist, teslimiyetçi ideolojilerin çağdaş nihilist varyantlarını yeniden gündeme getirmek mevcut sorunun çok boyutluluğunu ve aciliyetini ele almakta işlevsel olmamaktadır; bu bakış açısı, yalnızca birer geçici çözüm sağlamakla kalmakta, köklü değişim ve dönüşüm gerektiren koşulları görmezden gelmektedir. Bu gibi eğilimlerin zorlanması halinde güncel sorunlar çözülmeksizin kalacaktır, bunun sonucunda da bireyler ve toplumlar, adeta bir kısır döngü içinde boğulacak, yeni çözümler üretme kapasitesinden yoksun hale gelecektir. Dolayısıyla, yenilikçi ve kararlı bir yaklaşım benimsemek, toplumsal yapının yeniden şekillenmesi için elzemdir.

Tekraren özetlemek gerekirse; küresel sistem ya da ondan geriye kalanlar günümüzde bir tür karmaşa ve tıkanma halindedir; bu karmaşa, yalnızca iktisadî eşitsizliklerle sınırlı kalmayıp, aynı zamanda toplumsal ve siyasal dinamikleri de derinlemesine etkilemektedir. Bu nedenle siyasal rejimlerden ideolojik üstyapılara ve birikim rejimlerine kadar kapsamlı bir dönüşüm geçirmeye mahkûmdur. Bu dönüşümün artık kaçınılmaz olduğunu tekrar vurgulamak gerekir. Bu köklü dönüşümün belki de geleceğe ilişkin odaklanılması gereken en önemli noktası, elitlerin eğitimi için, mevcut iktisadî ve sosyal eşitsizliklerin yarattığı baskıyı devre dışı bırakacak biçimde, toplumun kolektif gücünü gelişim lehine kullanan uygun bir mekanizmanın kurulmasıdır. Bunun yanı sıra, bu mekanizma aracılığıyla, sosyal adaletin sağlanması ve bireylerin eşit fırsatlarla donatılması da hedeflenmelidir; bu, sürdürülebilir bir gelecek inşa etmek için kritik bir unsurdur. Bu nedenle yükseltme mekanizması yozlaşmış ve zaafa uğratılmış siyasal sistemler yeniden gözden geçirilerek mevcut kurumlar yeniden yapılandırılmalıdır. İşlerliğini yitirmiş toplumsal destek mekanizmalarının kapsamlı bir incelemesi yapılmalı ve zaafa neden olan noktalar özenle saptanarak somut çözüm önerileri getirilmelidir. Bu öneriler, yalnızca teorik düzeyde kalmamalı, aynı zamanda sahada uygulaması kolay ve etkili yöntemler içermelidir. Sistemin ve olası sistemlerin; insanlığın adil ve özgür gelişimini engelleyen “parazit” niteliğindeki unsurları ortadan kaldırılmalıdır. Bunun yanı sıra, bu süreçte işbirliğinin önemi göz ardı edilmemelidir; zira farklı toplumsal kesimlerin katkılarıyla daha kapsayıcı politikalar geliştirilebilir. Siyasal düzenin etkin bir şekilde işleyebilmesi için bu bakış açısının kullanılması gerekmektedir. Daha çok gündelik ve kısa vadeli reformlara dayalı mevcut yaklaşımların tarihsel planda belirli bir aşamadan sonra bütünüyle etkisiz olduğu kanıtlanmıştır ve statükonun savunulamaz olduğunu kabul etmek zorunludur. Tüm paydaşların bu gerçeği net bir şekilde anlaması temenni edilmektedir; zira, ancak bu sayede, toplumun tüm kesimlerinin katılımını sağlayacak köklü değişimler gerçekleştirilebilir.

Yeniden yapılanmanın ABD-Rusya ittifakıyla gerçekleştirilmesi durumunda, bu bize Erich Fromm’un yıllar önce kaleme aldığı May Man Prevail (İnsanlık Başarabilecek mi?) kitabında geliştirdiği perspektifi anımsatabilir. Fromm, insanlığın potansiyelini ve kolektif bilinçaltını sorguladığı bu eserinde, evrensel bir dayanışma ve anlayış ortamının elzem olduğunu vurgulamaktadır. Belki de içinden geçtiğimiz tarihsel dönem, bu kitabı yeniden okumak için uygun bir zaman olabilir; zira günümüzde karşılaştığımız zorluklar, toplumsal ve uluslararası çatışmalar, Fromm’un öngördüğü bu ortak bilinçle aşılabilir. Dönemimizin karmaşası içinde, insanlığın varoluşsal problemleriyle yüzleşmek için Fromm’un düşüncelerini yeniden gözden geçirmek, bize yalnızca entelektüel bir derinlik kazandırmakla kalmayacak, aynı zamanda toplumsal birlikteliğimizin ve anlayışımızın da güçlenmesine katkı sağlayacaktır.

ONUR AYDEMİR

2025, ANKARA

Diğer Yayınlar

Biz Hep Bir Kişi Eksiktik

biz hep / bir kişi eksiktik./ yanımızda her zaman/bir kişi yoktu.

o bir kişidir ki / yokluğu/ bilemezsin, / ne kadar /çok şey anlatıyordu…

Столкновение с Холокостом: исследование произведения Петера Вайса «Допрос»

Столкновение с Холокостом: исследование произведения Петера Вайса «Допрос» 🇹🇷 Türkçe 🇬🇧 English 🇮🇱 עברית 🇫🇷 Français 🇷🇺 Русский Посвящается М.Х. и всем добрым людям… «Дознание» — это прежде всего театральный текст, то есть текст, подготовленный…

התמודדות עם השואה: עיון ביצירתו של פטר וייס “החקירה”

התמודדות עם השואה: עיון ביצירתו של פטר וייס “החקירה” 🇹🇷 Türkçe 🇬🇧 English 🇮🇱 עברית 🇫🇷 Français 🇷🇺 Русский עבור מינרה וכל האנשים הטובים “החקירה” הוא, בראש ובראשונה, טקסט תיאטרלי, כלומר טקסט שהוכן להצגה על…

Flanör, şehrin kalabalığı içinde bir gözlemcidir; her ayrıntı, onun için bir ipucudur.

Pasajlar

“Her pasaj bir şehirdir, her şehir bir pasajdır…”

* * *
7–11 dakika
1848
1857
Charles Baudelaire, modern şiirin temelini atan “Kötülük Çiçekleri“ni yayımladı.
1859
1874
Paris’te ilk Empresyonist sergi açılarak modern sanatın kapıları aralandı.
1882
Nietzsche, “Şen Bilim” kitabında “Tanrı’nın ölümü” fikrini ortaya attı.
1900
Sigmund Freud, psikanalizin temelini atan “Düşlerin Yorumu“nu yayımladı.
1905
Albert Einstein, Özel Görelilik Teorisi‘ni yayımlayarak fizik anlayışını değiştirdi.
1907
Pablo Picasso, Kübizm akımını başlatan “Avignonlu Kızlar” tablosunu yaptı.
1913
Igor Stravinsky‘nin “Bahar Ayini” balesinin prömiyeri Paris’te isyanla karşılandı.
1915
Franz Kafka, modern bireyin yabancılaşmasını işlediği “Dönüşüm“ü yayımladı.
1916
Zürih’te Hugo Ball tarafından Dada akımı başlatıldı.
1919
Walter Gropius, Weimar’da Bauhaus Okulu‘nu kurarak modern tasarım anlayışını başlattı.
1921
Ludwig Wittgenstein, analitik felsefenin temel metinlerinden “Tractatus Logico-Philosophicus“u yayımladı.
1922
James Joyce‘un “Ulysses” romanı yayımlanarak edebi modernizmin zirvesine ulaştı.
1924
1927
Martin Heidegger, varoluşçu felsefenin temel eseri “Varlık ve Zaman“ı yayımladı.
1939
Almanya’nın Polonya’yı işgaliyle II. Dünya Savaşı başladı.
1942
Albert Camus, Varoluşçuluk akımının temel eserlerinden “Yabancı“yı yayımladı.
1945
II. Dünya Savaşı sona erdi ve toplama kamplarının kurtarılmasıyla Holokost‘un boyutu ortaya çıktı.
1947
Adorno ve Horkheimer, Frankfurt Okulu‘nun temel metni “Aydınlanmanın Diyalektiği“ni yayımladı.
1949
Simone de Beauvoir, “İkinci Cins“i yayımlayarak modern feminizmde çığır açtı.
1953
Samuel Beckett‘in absürt tiyatronun başyapıtı “Godot’yu Beklerken” ilk kez sahnelendi.
1957
Sovyetler Birliği’nin Sputnik 1‘i fırlatmasıyla Uzay Çağı başladı.
1958
Claude Lévi-Strauss, “Yapısal Antropoloji” ile Yapısalcılık akımını sağlamlaştırdı.
1961
Frantz Fanon, sömürgecilik karşıtı düşüncenin temel metni “Yeryüzünün Lanetlileri“ni yayımladı.
1961
Jane Jacobs, “Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı” ile modern kent planlamacılığını eleştirdi.
1962
Hannah Arendt, “Kötülüğün Sıradanlığı” kavramını ortaya attı.
1963
Martin Luther King Jr., Washington’da “Bir Hayalim Var” konuşmasını yaptı.
1967
Roland Barthes, “Yazarın Ölümü” makalesiyle metin analizinde yeni bir dönem başlattı.
1968
Paris’teki Mayıs ’68 olayları, öğrenci ve işçi hareketleriyle küresel bir etki yarattı.
1969
Stonewall Ayaklanmaları, modern LGBTİ+ hakları mücadelesinin başlangıcı oldu.
1971
Intel, kişisel bilgisayar devriminin temelini atan ilk ticari mikroişlemci Intel 4004‘ü tanıttı.
1971
John Rawls, 20. yüzyıl siyaset felsefesini derinden etkileyen “A Theory of Justice” (Bir Adalet Teorisi) kitabını yayımladı.
1973
Mühendis Martin Cooper, tarihteki ilk halka açık mobil telefon görüşmesini yaparak yeni bir iletişim çağını başlattı.
1975
Michel Foucault, modern iktidar mekanizmalarını incelediği “Hapishanenin Doğuşu“nu yayımladı.
1977
İnsanlığın uzaydaki en uzak nesneleri olan Voyager 1 ve 2 uzay sondaları fırlatıldı.
1979
Jean-François Lyotard, “Postmodern Durum” raporuyla postmodernizm tartışmalarını alevlendirdi.
1983
Pasteur Enstitüsü’ndeki bilim insanları, AIDS’e neden olan HIV virüsünü ilk kez izole ettiklerini duyurdu.
1984
Apple, grafik kullanıcı arayüzünü popülerleştiren ve kişisel bilgisayarcılıkta bir dönüm noktası olan Macintosh‘u tanıttı.
1986
Çernobil nükleer felaketi, nükleer enerji ve çevre politikaları üzerinde küresel bir etki yarattı.
1989
Tim Berners-Lee, CERN’de World Wide Web‘i (www) icat ederek internetin yaygınlaşmasının temelini attı.
1990
Evren anlayışımızı kökten değiştiren Hubble Uzay Teleskobu, yörüngeye yerleştirildi.
1991
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Soğuk Savaş sona erdi ve yeni bir jeopolitik dönem başladı.
1993
İlk popüler grafiksel web tarayıcısı olan Mosaic‘in piyasaya sürülmesi, World Wide Web’in halka yayılmasını hızlandırdı.
1996
İskoçya’daki Roslin Enstitüsü’nde, bir yetişkin hücreden klonlanan ilk memeli olan Koyun Dolly‘nin doğumu, biyoteknoloji ve etik tartışmalarında bir çığır açtı.
2001
11 Eylül saldırıları, küresel siyaset, güvenlik ve uluslararası ilişkilerde yeni bir dönem başlattı.
2003
Biyolojide bir devrim olan İnsan Genom Projesi‘nin tamamlandığı ve insan DNA’sının tam haritasının çıkarıldığı duyuruldu.
2004
Harvard Üniversitesi’nde bir proje olarak başlayan Facebook, sosyal medyanın yükselişini ve dijital etkileşimi yeniden tanımladı.
2007
Apple, ilk iPhone‘u tanıtarak akıllı telefon devrimini başlattı ve mobil iletişimi yeniden şekillendirdi.
2008
Küresel Ekonomik Kriz, dünya ekonomisini derinden sarsarak finansal sistemler üzerine tartışmaları tetikledi.
2010
Tunus’ta başlayan ve Orta Doğu ile Kuzey Afrika’ya yayılan Arap Baharı, sosyal medyanın politik değişimdeki rolünü gözler önüne serdi.
2012
CERN’deki bilim insanları, parçacık fiziğinin Standart Modeli’nin eksik parçasını tamamlayan Higgs bozonunun keşfedildiğini duyurdu.
2015
196 ülke, iklim değişikliğiyle mücadele için küresel bir çerçeve oluşturan tarihi Paris Anlaşması‘nı imzaladı.
2016
Google DeepMind tarafından geliştirilen yapay zeka programı AlphaGo, Go şampiyonu Lee Sedol‘u yenerek yapay zeka alanında bir dönüm noktası oluşturdu.
2019
Olay Ufku Teleskobu projesi, insanlık tarihinde ilk kez bir kara deliğin fotoğrafını yayımlayarak astronomide bir ilke imza attı.
2020
COVID-19 pandemisi, küresel bir sağlık krizine yol açarak sosyal yaşamı, ekonomiyi ve uluslararası ilişkileri kökten değiştirdi.