onur aydemir blog

onur aydemir blog

Bir dijital flanörün not defteri…

Mayıs 2025
P S Ç P C C P
 1234
567891011
12131415161718
19202122232425
262728293031  
§

Art Chagall childhood trauma creative nonfiction deneyim dijital corpus denemesi dünya Edebiyat Eleştiri flanörün günlüğü flâneur’s diary goebbels rhetoric history holocaust innocence and loss Jeopolitik Kültür melankoli modern political manipulation modern şiir nostalji Onur Aydemir Painting Paris personal narrative political aesthetics Political Analysis politics politika post-truth politics Psikanaliz Rus Edebiyatı russia Rusya rüya Savaş Siyaset Soviet Union Tarih Tolstoy trauma aesthetics trauma and memory trump Türk edebiyatı USA war memoir çocukluk anıları Şiir şiir şiirsel anlatım

BİR KAVRAM

OLGU: Suskunluk Sarmalı
KÖKEN: E. Noelle-Neumann, 1974
TANIM: Bireylerin, görüşlerinin toplumda azınlıkta kaldığını düşündüklerinde dışlanma korkusuyla sessiz kalma eğilimi.

YILIN OKUMALARI

Körleşme – Elias Canetti

Berlin Alexanderplatz – Alfred Döblin

Aylak Adam – Yusuf Atılgan

DİKKAT: DÜŞÜNCE İÇERİR

Sayfa Kenarı Notu

“Geçmiş hiçbir zaman ölmemiştir. Aslında geçmiş sayılmaz bile.”

Faulkner’ın bu sözü, Holokost hafızasının bugünü nasıl şekillendirdiğini mükemmel özetliyor. Travma statik değil, yaşayan bir varlık.

08 EKİ

Kaldırımdaki ıslak yaprakların üzerinde yürürken, her adımda ezilen geçmiş bir mevsimin fısıltısı duyulur… Şehir, en melankolik şiirini sonbaharda yazar.

Holokost’la Yüzleşmek: Peter Weiss’ın “Soruşturma” Adlı Eseri Üzerine Bir İnceleme

Makalede kullanılmakta olan görseller Auschwitz-Birkenau Anıt Müzesinin bilgisi dahilinde alıntılanmaktadır.

M.H. ve bütün iyi insanlar için…

Soruşturma” her şeyden önce bir tiyatro metni yani sahnelenmek üzere hazırlanmış bir metin; bir oyun. Buna karşılık eserin bu özelliği onu bir kurmaca haline getirmiyor. Yazarı Peter Weiss, çalışmasını ortaya çıkarırken dava dosyalarını taramış, derinlemesine araştırmalar yaparak, tarihsel verilere ve tanıklıklara dayandırmış eserini. Kısacası, bir tür belgeselle karşı karşıyayız; bu belgesel unsurları, izleyicileri düşündüren, tarihi olayların ciddiyetini vurgulayan bir yapı sunuyor. Bu niteliği de onu, Holokost’un gerçeğini dünyaya açıklamak ve kitlelerin dikkatini canlı tutmak amacını güden etik bir girişim hüviyetine bürüdüğü için orijinal ve ayrıksı hale getiriyor. Nitekim “Soruşturma”, hem Doğu hem Batı Almanya’da hem de İngiltere’de aynı gün sahnelenerek bu kıymetli amacına ulaşmış gibi görünüyor; gösterimlerin ardından seyircilerde bir farkındalık yaratılması, belleklerin tazelendiği ve kayıpların yüreklerde hissedildiği bir atmosfer oluşmasını sağlamıştır.

Kaynağını somut olaylardan alan; bütünüyle tanık/sanık ifadeleri ve belgelerle kanıtlanmış gerçeklere dayanan tarihsel bir metinle karşı karşıya olduğumuzu yazının girişinde belirtmiştik. Nitekim yukarıda andığımız geçmişle hesaplaşma girişimlerinden biri de Frankfurt’ta cereyan eden söz konusu yargılamadır. İnsanlık tarihine geçecek kadar önemli olan Nürnberg duruşmalarından yıllar sonra, Frankfurt’ta da Holokost gerçeğiyle hesaplaşma, sorumlulardan ve suçlulardan hesap sorma yönünde önemli bir adım atılmıştır. Ancak bu girişim gerek dönemin Soğuk Savaş konjonktürüyle yüklü politik atmosferinin gerekse de (bundan da beslenen) Doğu-Batı ayrımının güçlü siyasal motivasyonlarıyla da karakterize olmaktadır.

Almanya’nın Holokost geçmişiyle hesaplaşmaya çalışması bitimsiz bir eylem, günümüzde de süregelen çok yönlü bir tür “kolektif çaba” olarak anlaşılmalıdır. Bu elim ve benzersiz olgunun ağır yükü, karaltısını halen bütün insanlığın üzerine düşürmekte olan devasa bir yapı gibi, geçtiğimiz yüzyıldan günümüze ve daha ötesine uzanmaktadır. Bu nedenle bahis konusu edilen hesaplaşmanın tamamlanabilecek türden bir şey olmadığını aksine sürekli bir hatırlama çabasını gerektirdiğini artık herkesin idrak etmiş olması gerekir. Zira, bu travmatik miras yalnızca Almanya’nın değil, aynı zamanda dünya üzerindeki pek çok farklı toplumun da ortak dramını temsil etmektedir; dolayısıyla bu hesaplaşma süreci, herkesin sorumluluk ve katılım göstermesi gereken bir tür mücadele halini almaktadır. Tek cümleyle ifade edecek olursak politik, hukuki ve ahlaki bir yükümlülük olarak kendini hatırlatan, hatta dayatan, bir benzerine daha rastlamanın imkânsız olduğu çok yönlü bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Her bir yeni nesil, bu tarihi olayların ağırlığını hissetmeli ve onları unutmamak için gereken adımları atmalıdır; böylece bu acı hatıra, zamanla bir öğrenme sürecine dönüşerek insanlık adına bir ders niteliği kazanabilir. Unutulmamalıdır ki, tarih yalnızca geçmişte kalmış bir zaman dilimi değil, aynı zamanda günümüzün şekillenmesinde de önemli bir rol oynamaktadır, bu nedenle bu tartışmaların sürdürülmesi ve geçmişle yüzleşmenin sağlıklı bir şekilde yapılması gerekmektedir.

Doğu Alman savcının Holokost gerçekliğini faşist ideolojinin neredeyse zorunlu bir sonucuna ya da onun ayrılmaz bir parçasına dönüştürme gayreti söz konusu reel politik durumun bir göstergesi olmalıdır. Nitekim toplama kamplarının işleyiş tarzı da “ölümün fabrikasyonu” nitelendirmesini haklı olarak ortaya çıkarmış ve insan aklının ötesine geçen, anlam vermenin çok zor olduğu türden bir gerçeklik yaratmıştır. Fabrikasyona dönüşmüş ölüm, sömürüyü her türlü sınırın ötesinde bir alana taşıyarak, milyonlarca insanı fiziksel olarak da tüketene kadar aşamalı biçimde ve sonuna kadar gerçekleştirmiştir. Bu sürecin hakim kapitalist üretim tarzının fordist biçimiyle örtük de olsa mukayese edilmeye çalışılması reel politik yükle olduğu kadar yukarıda belirtilen anlam atfetme güçlüğüyle de ilişkili olabilir. Ancak toplama kampı deneyiminin sadece kitlelerin değil, aynı zamanda bireylerin de yaşamlarını derinden etkileyen ve günümüze dek etkilerini sürdüren travmalarla dolu olduğunu da unutmamak gerekir. Öyle ki milyonlarca kişiye yaşatılan akıl almaz eziyetle öne çıkan insanlığın bu dönemine dair hatırladığı ve unutmaması gereken acılar, ilerleyen zamanlarda insan hakları ve adalet arayışlarına daha güçlü bir temel oluşturmuştur.

Nitekim eserin 48. sayfasında (1996) siyasal sistemi toplama kampı metaforunda somutlaştıracak şu konuşmaya rastlamak mümkündür;

Yalnız kurnazlar sağ kalıyordu
açıkgözlüğü bırakmayanlar
her gün birşeyler elde edenler
yaşayabiliyordu
Hastalar
sıkılganlar
nazik olanlar
şaşkınlar beceriksizler
kederliler kendilerine acıyanlar
ayak altında kalıp
eziliyordu

Bu sözler, toplama kampı ortamında hayatta kalmayı başaranların özellikle hayatta kalma becerilerini ön plana çıkarmakta; aynı zamanda sistemin acımasız doğasını da gözler önüne sermektedir. İnsanın zaaflarının ve kırılganlıklarının nasıl istismar edildiğini açıkça gösteren bu şiirsel çizim, o dönemin karanlık yüzünü tahayyül sınırlarını zorlayacak ölçüde yansıtmaktadır.

Yukarıda kısaca değinilmeye çalışıldığı gibi, Doğu Almanya’nın Holokost hesaplaşması sonrasında kurulan siyasal rejim, belirsizliklerle dolu bir geçmişin izleriyle iç içe geçmiş bir zeminde bir tür faşizm eleştirisini içermekte, aynı zamanda Weimar dönemine uzanarak Alman başarısız devrimine çektiği hatla tarihsel bir süreklilik ve tutarlılık iddiası da taşımakta ve bu bakımdan bütünleşik bir tarih okumasını gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede, geçmişte yaşanan travmaların toplumsal bellekteki yansımaları, sadece mahkeme salonundaki somut kanıtların tartışılmasıyla sınırlı kalmayıp, bireylerin günlük yaşamlarına ve toplumsal dinamiklere de sızmakta ve savcının kişiliğinde hayat bulmaktadır. Federal Almanya içinse durum çok daha karmaşık ve ağır görünmektedir. Soğuk Savaş cepheleşmesinde kapitalist dünya alanı içinde kalan Federal Almanya, çoğu eski dönem Nazi geçmişiyle yüklü bir bürokrasiye sahipken, dahası bu partiye bir şekilde bulaşmış kişilerin devlet yönetimindeki bürokratik tecrübelerine ihtiyaç duymakta, onları yeni süreçte işlevsel olacak bir insan kaynağı olarak “kullanmaya” da çalışmaktadır. Bu durum, geçmişin gölgelerinin günümüzde bürokratik aygıta, iktidarın kuruluş dinamiklerin hatta devlet biçimlerine nasıl sirayet ettiğini gösteren dikkat çekici bir örnek oluşturmaktadır. Nitekim eserde konuşturulan sanıkların, ki sanık ve tanıklara numara verilerek konuşturulmaları toplama kamplarının geçmişine yapılan acı bir göndermedir, kendilerine isnat edilen suçların neredeyse tamamını reddettikleri görülmektedir (1996: 70). Dahası, çoğu, geçmişte ettikleri askerlik yeminlerine ve bunun bir parçası olan gizliliğe sadık olduklarını ima eden konuşmalar yapmaktadır (129). Bu kişilerin mahkemede gösterdikleri tavrın açıkça yansıtılması, Holokost suçuyla hesaplaşmanın bitimsiz bir görev olduğunu ve esasen günümüzde önemini koruduğunu göstermesi bakımından dikkat çekici bir göndermedir. Almanya her ne kadar savaşın yıkıntıları arasından bambaşka bir ülke yaratmaya çalışsa da, Nazi geçmişi bürokratik artıklarıyla, düşünme biçimiyle, hatıralarıyla halen ayaktadır. Toplum, bu geçmişle yüzleşme sürecinde, zor bir ikilemi yönetmek zorunda kalır; geçmişi inkâr etmek ya da kabullenmek arasında bir denge kurmak, aynı zamanda toplumsal adalet arayışı içinde bir meşruiyet oluşturmak gerekliliğiyle yüz yüze gelir. Nitekim 1970’lerde Almanya’yı deyim yerindeyse “sallayacak” olan Kızıl Ordu Fraksiyonunun (RAF) hareket edeceği etik-politik tarihsel zemin de esasen ve tam olarak budur. Bu “reel politik yük” davanın seyrine, cezalandırmanın görece “hafifliğine” de yansımış gibi görünmektedir; bu durum, geçmişle yüzleşmenin ve kolektif hafızanın yeniden inşasının ne denli karmaşık ve çok boyutlu bir sürecin parçası olduğunu gözler önüne sermektedir.

Eserin Türkçe çevirisinin Türkiye’nin en büyük şairleri arasında gösterilen mehum Ülkü Tamer tarafından yapılması okur için başlı başına bir talih sayılmalıdır. Özellikle edebî mirasın korunması, yeni nesillere aktarılması açısından bu tür çevirilerin öneminin büyük olduğunu söylemek yanlış olmaz. Nitekim çeviri talihinin eserin güncelliğine de yeni bir soluk katacağını ve okunmasının edebî bir deneyim olarak düşünülebileceğini iddia ediyoruz. Ülkü Tamer’in eşsiz üslubu ve derin duygu dünyası, çevirinin ruhunu yansıtarak hem eserin özünü korumakta hem de okuyucuya farklı bir deneyim sunmaktadır. Bu bakımdan söz konusu çeviri, sadece dilin değiştirilmesi değil, aynı zamanda halklar arasında kültürel bir köprü inşa edilmesi anlamına da geliyor.

Sonuç her ne olursa olsun, tarihsel gerçeklerden hareket eden bu belgesel eserin, (yazıldığı dönemin gerçekliğini ve motivasyonlarını taşımak gibi kusurları olsa da) günümüzde de değerinden pek bir şey yitirdiği söylenemez. Bu eser halen, geçmişte yaşanan acı tecrübeleri ve sosyal dinamikleri gözler önüne sererek, okuru ve izleyiciyi düşündürmeyi ve sorgulatmayı amaçlayan önemli bir kaynak niteliğindedir. Esasen aşırı sağın yükselişiyle birlikte Nazi Partisi’nin yalnızca bir avuç hırslı elitin ya da bazı sermaye çevrelerinin bir eseri olmadığı, gerçekte tam bir kitle desteğine sahip milyonlarca insanın aktif katılımını içerdiğini ve bu nedenle hem Alman toplumuna hem de bütün dünyaya yaşattığı travmanın üstesinden gelmenin öyle kolay bir iş olmadığını hatırlamak, hatırlatmak için tekrar tekrar okunması, izlenmesi ve sergilenmesi gereken bir hafıza metni olduğunu iddia etmek bana göre hiç de yanlış olmayacaktır. Bu bağlamda, olayların özünü anlamak ve bu trajedinin tarihsel bağlamını kavramak, yalnızca akademik bir gereklilik değil, aynı zamanda insanlık adına herkesin yerine getirmesi gereken büyük bir sorumluluktur. Böylece, geçmişteki hataların tekrarlanmaması adına, yeni nesillerin bilinçlenmesine katkıda bulunmak da mümkündür.

ONUR AYDEMİR

2025, ANKARA

Diğer Yayınlar

Biz Hep Bir Kişi Eksiktik

biz hep / bir kişi eksiktik./ yanımızda her zaman/bir kişi yoktu.

o bir kişidir ki / yokluğu/ bilemezsin, / ne kadar /çok şey anlatıyordu…

Столкновение с Холокостом: исследование произведения Петера Вайса «Допрос»

Столкновение с Холокостом: исследование произведения Петера Вайса «Допрос» 🇹🇷 Türkçe 🇬🇧 English 🇮🇱 עברית 🇫🇷 Français 🇷🇺 Русский Посвящается М.Х. и всем добрым людям… «Дознание» — это прежде всего театральный текст, то есть текст, подготовленный…

התמודדות עם השואה: עיון ביצירתו של פטר וייס “החקירה”

התמודדות עם השואה: עיון ביצירתו של פטר וייס “החקירה” 🇹🇷 Türkçe 🇬🇧 English 🇮🇱 עברית 🇫🇷 Français 🇷🇺 Русский עבור מינרה וכל האנשים הטובים “החקירה” הוא, בראש ובראשונה, טקסט תיאטרלי, כלומר טקסט שהוכן להצגה על…

Flanör, şehrin kalabalığı içinde bir gözlemcidir; her ayrıntı, onun için bir ipucudur.

Pasajlar

“Her pasaj bir şehirdir, her şehir bir pasajdır…”

* * *
5–8 dakika
1848
1857
Charles Baudelaire, modern şiirin temelini atan “Kötülük Çiçekleri“ni yayımladı.
1859
1874
Paris’te ilk Empresyonist sergi açılarak modern sanatın kapıları aralandı.
1882
Nietzsche, “Şen Bilim” kitabında “Tanrı’nın ölümü” fikrini ortaya attı.
1900
Sigmund Freud, psikanalizin temelini atan “Düşlerin Yorumu“nu yayımladı.
1905
Albert Einstein, Özel Görelilik Teorisi‘ni yayımlayarak fizik anlayışını değiştirdi.
1907
Pablo Picasso, Kübizm akımını başlatan “Avignonlu Kızlar” tablosunu yaptı.
1913
Igor Stravinsky‘nin “Bahar Ayini” balesinin prömiyeri Paris’te isyanla karşılandı.
1915
Franz Kafka, modern bireyin yabancılaşmasını işlediği “Dönüşüm“ü yayımladı.
1916
Zürih’te Hugo Ball tarafından Dada akımı başlatıldı.
1919
Walter Gropius, Weimar’da Bauhaus Okulu‘nu kurarak modern tasarım anlayışını başlattı.
1921
Ludwig Wittgenstein, analitik felsefenin temel metinlerinden “Tractatus Logico-Philosophicus“u yayımladı.
1922
James Joyce‘un “Ulysses” romanı yayımlanarak edebi modernizmin zirvesine ulaştı.
1924
1927
Martin Heidegger, varoluşçu felsefenin temel eseri “Varlık ve Zaman“ı yayımladı.
1939
Almanya’nın Polonya’yı işgaliyle II. Dünya Savaşı başladı.
1942
Albert Camus, Varoluşçuluk akımının temel eserlerinden “Yabancı“yı yayımladı.
1945
II. Dünya Savaşı sona erdi ve toplama kamplarının kurtarılmasıyla Holokost‘un boyutu ortaya çıktı.
1947
Adorno ve Horkheimer, Frankfurt Okulu‘nun temel metni “Aydınlanmanın Diyalektiği“ni yayımladı.
1949
Simone de Beauvoir, “İkinci Cins“i yayımlayarak modern feminizmde çığır açtı.
1953
Samuel Beckett‘in absürt tiyatronun başyapıtı “Godot’yu Beklerken” ilk kez sahnelendi.
1957
Sovyetler Birliği’nin Sputnik 1‘i fırlatmasıyla Uzay Çağı başladı.
1958
Claude Lévi-Strauss, “Yapısal Antropoloji” ile Yapısalcılık akımını sağlamlaştırdı.
1961
Frantz Fanon, sömürgecilik karşıtı düşüncenin temel metni “Yeryüzünün Lanetlileri“ni yayımladı.
1961
Jane Jacobs, “Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı” ile modern kent planlamacılığını eleştirdi.
1962
Hannah Arendt, “Kötülüğün Sıradanlığı” kavramını ortaya attı.
1963
Martin Luther King Jr., Washington’da “Bir Hayalim Var” konuşmasını yaptı.
1967
Roland Barthes, “Yazarın Ölümü” makalesiyle metin analizinde yeni bir dönem başlattı.
1968
Paris’teki Mayıs ’68 olayları, öğrenci ve işçi hareketleriyle küresel bir etki yarattı.
1969
Stonewall Ayaklanmaları, modern LGBTİ+ hakları mücadelesinin başlangıcı oldu.
1971
Intel, kişisel bilgisayar devriminin temelini atan ilk ticari mikroişlemci Intel 4004‘ü tanıttı.
1971
John Rawls, 20. yüzyıl siyaset felsefesini derinden etkileyen “A Theory of Justice” (Bir Adalet Teorisi) kitabını yayımladı.
1973
Mühendis Martin Cooper, tarihteki ilk halka açık mobil telefon görüşmesini yaparak yeni bir iletişim çağını başlattı.
1975
Michel Foucault, modern iktidar mekanizmalarını incelediği “Hapishanenin Doğuşu“nu yayımladı.
1977
İnsanlığın uzaydaki en uzak nesneleri olan Voyager 1 ve 2 uzay sondaları fırlatıldı.
1979
Jean-François Lyotard, “Postmodern Durum” raporuyla postmodernizm tartışmalarını alevlendirdi.
1983
Pasteur Enstitüsü’ndeki bilim insanları, AIDS’e neden olan HIV virüsünü ilk kez izole ettiklerini duyurdu.
1984
Apple, grafik kullanıcı arayüzünü popülerleştiren ve kişisel bilgisayarcılıkta bir dönüm noktası olan Macintosh‘u tanıttı.
1986
Çernobil nükleer felaketi, nükleer enerji ve çevre politikaları üzerinde küresel bir etki yarattı.
1989
Tim Berners-Lee, CERN’de World Wide Web‘i (www) icat ederek internetin yaygınlaşmasının temelini attı.
1990
Evren anlayışımızı kökten değiştiren Hubble Uzay Teleskobu, yörüngeye yerleştirildi.
1991
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Soğuk Savaş sona erdi ve yeni bir jeopolitik dönem başladı.
1993
İlk popüler grafiksel web tarayıcısı olan Mosaic‘in piyasaya sürülmesi, World Wide Web’in halka yayılmasını hızlandırdı.
1996
İskoçya’daki Roslin Enstitüsü’nde, bir yetişkin hücreden klonlanan ilk memeli olan Koyun Dolly‘nin doğumu, biyoteknoloji ve etik tartışmalarında bir çığır açtı.
2001
11 Eylül saldırıları, küresel siyaset, güvenlik ve uluslararası ilişkilerde yeni bir dönem başlattı.
2003
Biyolojide bir devrim olan İnsan Genom Projesi‘nin tamamlandığı ve insan DNA’sının tam haritasının çıkarıldığı duyuruldu.
2004
Harvard Üniversitesi’nde bir proje olarak başlayan Facebook, sosyal medyanın yükselişini ve dijital etkileşimi yeniden tanımladı.
2007
Apple, ilk iPhone‘u tanıtarak akıllı telefon devrimini başlattı ve mobil iletişimi yeniden şekillendirdi.
2008
Küresel Ekonomik Kriz, dünya ekonomisini derinden sarsarak finansal sistemler üzerine tartışmaları tetikledi.
2010
Tunus’ta başlayan ve Orta Doğu ile Kuzey Afrika’ya yayılan Arap Baharı, sosyal medyanın politik değişimdeki rolünü gözler önüne serdi.
2012
CERN’deki bilim insanları, parçacık fiziğinin Standart Modeli’nin eksik parçasını tamamlayan Higgs bozonunun keşfedildiğini duyurdu.
2015
196 ülke, iklim değişikliğiyle mücadele için küresel bir çerçeve oluşturan tarihi Paris Anlaşması‘nı imzaladı.
2016
Google DeepMind tarafından geliştirilen yapay zeka programı AlphaGo, Go şampiyonu Lee Sedol‘u yenerek yapay zeka alanında bir dönüm noktası oluşturdu.
2019
Olay Ufku Teleskobu projesi, insanlık tarihinde ilk kez bir kara deliğin fotoğrafını yayımlayarak astronomide bir ilke imza attı.
2020
COVID-19 pandemisi, küresel bir sağlık krizine yol açarak sosyal yaşamı, ekonomiyi ve uluslararası ilişkileri kökten değiştirdi.