Damgalamak ve Stigmatize Etmek: Toplumsal İlişkilerin Rolü

İnsan korkuyla yüklü bir varlıktır. Bunun nedeni annemizin karnından bize büsbütün yabancı, korunaksız, konforsuz bir dünyaya adım atmamız, bizi besleyen kordonlardan, etrafımızı saran ve annemizin karnındaki sıvılardan, “rahmetten” mahrum kalmamızdır. Üzerimizde yeni ve zor görevler vardır. Oksijenin genzimizi yakan kokusu, gözlerimizi açmak zorunda kalacak olmamız, tenimize uyumlu olmayan bir hava akımı, kulağımızı tırmalamaya başlayan sesler…
Korku bilincimizde ve bilinçdışımızda hayatımız boyunca devam eder. Piskanalist Sigmund Freud bunlara Eros ile Thanatos arasındaki bitmek bilmeyen mücadele olarak Antik Yunan Tanrılarının adlarını vermişti. Gerçekten de Tanrısal güçlerdir. Biri bizi yaşama diğeri de ölüme yönlendirmeye uğraşır. İnsan bilinçdışında bir yandan yaşamak ister, diğer yandan korktuğu ölümü özler ve yaşamın patalojisini bu şekilde aşmaya çalışır.
Canlıların en korumasızı, en savunmasızı insandır. Doğadaki pek çok hayvan insandan daha erken büyür. Alfred Adler ve Charles Darwin tür olarak insanın savunmasızlığını belki de en iyi anlayan düşünürler olmuştur. Gerçekten de, ormandaki aslan, kaplan ve sair yırtıcı hayvanların kendilerini korumak için güçlü dişleri ve pençeleri vardır. Kuşlar kaçmak için kanatlarını kullanırlar. Bazı canlı varlıkların dallara tırmanmak, denizin altına girmek, renk değiştirerek gizlenmek gibi özel yetenekleri olduğunu biliyoruz. Üstelik bu canlılardan pek çoğu gayet erken olgunlaşırlar. Büyümeleri ve kendilerini savunabilecek duruma gelmeleri için insan yavruları gibi yıllarca bakım görmeleri, kolektif bir ilgi ve dikkatin konusu olmaları gerekmez.
İnsanlar ancak toplumsal bir ilişki ve yardımlaşma duygusuyla kendilerine korunaklı alanlar yaratabilirler. Kişisel gelişimlerini ancak bu çevreyle bir etkileşim içinde üretebilir, genlerini kendilerinden sonraki kuşaklara bu yolla geçirebilirler. Bu ise istemsiz olarak yaptıkları, neredeyse iç güdüsel bir davranıştır. Toplumsallık duygusu güvence sağladığı gibi korkuyu da hafifleterek insanı rahatlatır.
Bu evrimsel ve bir o kadar patolojik süreçte (patolojik diyorum çünkü yaşamın kendisi bir patolojidir, matematikteki X ifadesine benzer, yaşamak için bilmediğimiz bu şeye bir değer atfetmek ve onu varsaymak zorundayız) sürüye uyum sağlayamayan dışlanır. Tek kol derinliğinde bir yürüyüş sırası düşünün. Herkesin sustuğu karanlık bir ormandan geçiyorsunuz. Uzaktan sizi takip eden bir çift parlak göz kırpıldığını görüyorsunuz. Bir anda bağırarak “bir şey var, birini gördüm” diyerek sürünün liderini ya da geri kalanını uyarmaya kalkarsanız, otomatik olarak sürüden dışlanırsınız ve sürü yoluna devam eder. Bu tepki istemsiz, genetik kodları olan ve çoğunlukla bilinçsiz bir tepkidir. Neticede topluluk sizi barınma, yiyecek, ısınma, cinsellik, güvenlik gibi temel ihtiyaçlarınızdan mahrum ederek dışarıya atar ve yoluna devam eder.
Rus düşünür Pyotr Kropotkin’in Darwin’e yönelik en büyük eleştirilerinden biri bana göre evrimsel süreçte sonrakilere aktarılan en önemli özelliğin ortalama değil, ortalamanın üzerindeki, türü geliştiren üyelerin yeteneklerinin geçirilmesiyle sağlandığı yolundaki önermesidir. İlk bakışta fazla dikkat çekmeyen bu önerme doğal seçilim tezinin en radikal ve bana kalırsa halen en doğru eleştirisidir. Nitekim yukarıda verilen örnekte de sürünün geri kalanı yırtıcı bir hayvan saldırısına uğrayacak ve muhtemelen içlerinden pek azı hayatta kalacaktır.
İlginç olan husus, sürü davranışını ortaya çıkaran şeyin de aslında türün sürekliliğinin sağlanması yönündeki var oluşsal ve düşünce öncesi bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor olmasıdır. Sürü kendi içinde ve kendi kurallarına göre doğru davranmakta ve paradoksal biçimde kendi sonuna doğru hareket etmektedir.
İnsanlık tarihi pek çok büyük yazar, sanatçı, entelektüel, politikacı çıkardı. Bunların çoğu yaşarken çok güç koşullara katlanmak zorunda kaldılar. Yukarıda sözünü ettiğim sürü onları dışarı atarak kendi birliğini geçici bir süre için güvence altına almıştır.
Evrimsel olarak kısmen doğrudur.
Tarihsel olarak kesinlikle yanlıştır. Bu yanlış insan türünü sakatlayacak kadar önemli sonuçlar doğurmaktadır.
Türsel olarak aşamadığımız sorunlardan biri de budur. Gelişmeyi felaketlere maruz kalmadan sağlayamıyoruz. Bu konunun üzerinde ileride daha derinlemesine durmayı düşünüyorum.
● ONUR AYDEMİR ●
● 2024, ANKARA ●



