onur aydemir blog

onur aydemir blog

Bir dijital flanörün not defteri…

Mayıs 2025
P S Ç P C C P
 1234
567891011
12131415161718
19202122232425
262728293031  
§

Art Chagall childhood trauma creative nonfiction deneyim dijital corpus denemesi dünya Edebiyat Eleştiri flanörün günlüğü flâneur’s diary goebbels rhetoric history holocaust innocence and loss Jeopolitik Kültür melankoli modern political manipulation modern şiir nostalji Onur Aydemir Painting Paris personal narrative political aesthetics Political Analysis politics politika post-truth politics Psikanaliz Rus Edebiyatı russia Rusya rüya Savaş Siyaset Soviet Union Tarih Tolstoy trauma aesthetics trauma and memory trump Türk edebiyatı USA war memoir çocukluk anıları Şiir şiir şiirsel anlatım

BİR KAVRAM

OLGU: Suskunluk Sarmalı
KÖKEN: E. Noelle-Neumann, 1974
TANIM: Bireylerin, görüşlerinin toplumda azınlıkta kaldığını düşündüklerinde dışlanma korkusuyla sessiz kalma eğilimi.

YILIN OKUMALARI

Körleşme – Elias Canetti

Berlin Alexanderplatz – Alfred Döblin

Aylak Adam – Yusuf Atılgan

DİKKAT: DÜŞÜNCE İÇERİR

Sayfa Kenarı Notu

“Geçmiş hiçbir zaman ölmemiştir. Aslında geçmiş sayılmaz bile.”

Faulkner’ın bu sözü, Holokost hafızasının bugünü nasıl şekillendirdiğini mükemmel özetliyor. Travma statik değil, yaşayan bir varlık.

08 EKİ

Kaldırımdaki ıslak yaprakların üzerinde yürürken, her adımda ezilen geçmiş bir mevsimin fısıltısı duyulur… Şehir, en melankolik şiirini sonbaharda yazar.

9 Mayıs Neden Bu Kadar Önemli? Dünya Savaşı, Hafıza ve Siyaset

Bu deneme, Nazizme karşı savaşta yaşamlarını yitiren Rus, Ukraynalı, Polonyalı, Azerbaycanlı, Macar ve Yugoslav savaşçıların hatıralarına ithaf edilmektedir.

Bu yazıyı yazarken yalnızca bir “hatırlama görevini” yerine getiriyorum. Benim de bir bölümünde var olduğum Yirminci Yüzyıl dünyasının kuruluşunda emeği geçenlerle ilgili benden sonraki gençlerin aklında bir kıvılcım oluşturabilirsem kendimi dünyanın en mutlu insanı sayacağım.

Şimdiki zaman ile geçtiğimiz yüzyılın atmosferi, düşünme biçimleri, anlayış kalıpları öyle farklı ki… Bu nedenle anılarımda yolculuğa çıkarken, geçmişin sisleri arasında adeta kayboluyorum. Bu satırları yazarken, hafızamın derinliklerinden fırlayan bazı unutulması imkânsız kareler gözümün önüne geliyor yalnızca. Bu kareler aynı zamanda insanlık ailesi olarak hepimizin, tarihimizin, henüz doğmamış çocuklarımızın dünyasının da sessiz tanıkları olacaklar aslında.

Eski fotoğraflar gibi tıpkı, siz onları görmeseniz de onlar sizi görürler. Onların sessiz ve istikrarlı eleştirisi altındasınızdır, fark etmeseniz bile…

İşte, şu an tuşlara vururken bile bir kadının haykırışı kulaklarımda çınlıyor, bir çocuğun çamurlar içinde yatan bedeni beni çağırıyor sanki ve karların üstünde parıldayan her bir kıvılcım demeti bana ayrı bir öykü anlatıyor.

Hangi kıvılcımlar bunlar? Düşüncenin ani parıldamaları mı? Uykularımızı kaçıran önemli bir doğa olayı mı?

Hayır, kıvılcımların ne olduğuna birazdan geleceğim…

İnsan geçmişi niye yazar? Hangi tuhaf mecburiyet, bizim gibi sıradan insanlara, pek çok kişiye lüzumsuz gibi görünebilecek böyle bir ağırlık yüklemektedir? Her şeyden önce, bizler kimiz ki milyonların ölüm kalımını ilgilendiren büyük şeyler hakkında alenen konuşalım?

Oysaki bana göre konuşmak gerekir. Elden geldiği kadar anlatmak, yazmak, soruşturmak gerekir. Yazmanın aslı anlamaktır, hatırlamaktır çünkü. Bu nedenle dün olduğu gibi bugün yine yazmak, anlamak ve hatırlamak zorundayız. Çünkü bugün yine karanlık bir uçurumun eşiğine gelmiş gibi görünüyoruz. Bu nedenle her bir adımda tekrar hatırlanmayı, anlaşılmayı ve özellikle tarihin bu anında bir tür çıkış yolu bulmayı bekliyor insanlık. Bu çıkış yolu ise ancak dünü ve bugünü anlayarak bulunacak. Bunun için sokakta oynayan çocuğun bile bize söyleyeceği bir şeyler var. İşte bu nedenle ben de bu yazıyı yazarken üzerime düştüğü kadarıyla ve kendimce bir görevi yerine getiriyorum. Güncel literatürde “hafıza” olarak adlandırılan bir şeyi.

Aklımda kareler olduğunu söylemiştim. Çeşitli fotoğraf kareleri bunlar. Sanki hepsi birer savaş filminden alınmış gibi. Ama gerçeğin kendisi filmlerdeki kurgulara parmak ısırtacak kadar akıl almazdır daima… Bu kareler arasında dolaşırken, tarihin derinliklerinden gelen o uğultulu sesleri duyabiliyorum. Bir kadın var, bir çukurun başında; Kerç olmalı orası, elleriyle saçlarını yoluyor ve haykırıyor. Yerde ölüler var; sıra sıra, dizi dizi, onlarca, yüzlerce ve tek suçları tarihin o zamanında, o ülkede yaşamak olan ölüler… İşte bir başka kare beliriyor zihin perdemde: Karlı bir sabah, bir çocuk, donmuş toprakların üstünde yatan bir cesede bakarak ağlıyor. Bir başkası, çıplak ayaklarla yanmış köyünde, ailesinden arta kalanları arıyor…

Bütün bu kareler hafızamın sisleri arasından tozunu silkeleyip aydınlığa çıkarken, ben aslında geçtiğimiz yüzyıldaki bir trenin vagonunda bulunuyorum. Karla kaplı kış gecesine gürültüyle dalan tren, raylarda parlak kıvılcımlar çıkararak, ıssız, donmuş bozkıra adeta bir bıçak gibi saplanıyor ve geçtiği her yeri ışığa boğuyor. Bunlar mavi-beyaz, flaş patlamasını andıran güçlü kıvılcımlardır. Sonra, bir anda, orada kahvesini yudumlayarak düşüncelere dalan bir delikanlı görüyorum. Trenin kirli penceresinden, kıvılcım ışığında bir belirip bir yok olan engin bozkıra bakıyor. Delikanlının önündeki servis masasında bazı kitaplar var. Aleksandr Bek: Moskova Önlerinde. İlya Ehrenburg: Fırtına. Felix Çuyev: Molotov Anlatıyor. Julius Fucik: Darağacından Notlar. Belki de en sarsıcı olanını ise tam o anda, soluksuz bir şekilde okumaktadır: Boris Polevoy, İnsanlık Uğruna.

İkinci Dünya Savaşı’ndan kalan binlerce fotoğraftan biri, kendi adına konuşuyor.

Doğu Ekspresinin tekdüze adımları, tıpkı kendini güçlükle sürükleyen yaşlı ve yorgun bir adam gibi homurdanıp ve karanlığı yararak hedefine doğru ilerliyor. Sanki bu uçsuz bucaksız bozkırda yüz senedir hiçbir şey değişmemiş gibi… Tren Ankara’dan Eskişehir’e doğru yol alırken, eskimiş raylardan saçılan kıvılcımlarıyla geçmiş savaş bölgelerini de aydınlatıyor. Sanki bir zamanlar Kurtuluş Savaşı’nın da yapıldığı bu çorak arazide, gecenin içinden aceleyle cepheye yürüyen askerlerin haki yeşil görüntüsünü anlık ışık patlamalarıyla saptıyor. Ama yalnız onu mu? Soğuk kış geceleri, derme çatma vagonlar ve yer yer bozuk raylarda hiç durmadan taşınan başka yerdeki askerleri, yaralıları, ölüme götürülen savaş tutsaklarını, mahkumları da zamanın sonsuzluğu içinde saptıyor olmalı…

Güneşin altında değişen hiçbir şey yoktur denir ya; aynı şekilde, yıldızların altında da değişen hiçbir şey yoktur…

İkinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca insan öldü. Bunların 27 milyonu Nazi Almanyası’na nihaî ve ölümcül darbeyi indiren Sovyetler Birliği’nin kayıplarıdır. Savaşın en büyük ve yıkıcı muharebeleri de bu ülkenin topraklarında cereyan etti. Bugünkü siyasal rejimi ve Ukrayna’da izlediği işgal politikası bu tarihsel gerçeği değiştirmiyor.

Benim âcizane uyarım da işte bu noktada başlıyor.

Tarihsel olayları ele alırken duygularımızla, içinde yaşanılan zamanın egemen değer yargıları ya da mevcut siyasal pozisyonumuzla hareket edersek gerçeğin önemli bir bölümünü ıskalarız. Bugün, çoğu yirmili yaşlardaki genç insanların tarihle ilgili yorumlarına baktığımda sözünü ettiğim üzücü durumu görebiliyorum. Onları bir yere kadar anlayabiliyorum da… Nitekim yukarıda anlattığım trende yolculuk eden o genç insan da, tam ters açıdan da olsa, öyleydi. Dünyaya yalnızca okuduğu kitapların penceresinden bakabiliyordu ve bu kitapların çoğu Rusça yazılmıştı.

Bugün herhangi bir savaşa ya da haksız bir işgale karşı çıkmak, düşünen insanları somut tarihsel gerçekleri inkâr edecek bir savruluşa sürüklememelidir. Herhangi bir politik tavır; özellikle de savaş karşıtlığı ve barış arzusu, somut tarihi olguların göz ardı edilmesi ya da çarpıtılmasını gerektirmez; aksine, geçmişte yaşananlardan ders çıkarak daha adil ve barışçıl bir gelecek inşa etmenin yollarını gösterir. Gerçekler, anlaşılmak için öncelikle kendi nesnelliğiyle yüzleşmeyi insanlardan şart koşar ve bu yüzden tecrübe ve bilgi birikimimizi doğru kullanarak, yanlı ve önyargılı yaklaşımlardan uzak durmak zorundayız. Ancak böylece geçmişin yanlışlarından arınarak toplumsal bilinci geliştirebilir ve daha iyi bir dünya için mücadele edebiliriz.

Sonuç olarak, sağlıklı bir tarihsel bakış açısı olayları kendi koşulları içerisinde ve neden-sonuç bağlantısını doğru biçimde kurarak incelemeyi gerektiriyor. Bu bağlamda kökleri geçtiğimiz yüzyılın derinliklerinde gömülü bulunan söz konusu tarihsel sürecin dinamiklerini de, toplumsal ilişkiler bütününü kavrayarak sorgulamak, onunla ilgili daha kapsamlı ve doğru bir anlayış geliştirmemize yardımcı olacaktır. Ayrıca, farklı perspektiflerden bakabilmek, olayları daha nesnel bir şekilde analiz etmemizi sağlayacağından kavrayış gücümüzü de derinleştirir. Bu bakımdan tarihsel olayların sadece belli bir tarafın anlatımıyla değil, birçok farklı bakış açısıyla birlikte ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Böylece olayların dış yüzeyindeki katmanlarını kaldırarak gerçeğin kabuğunu kırabilir, onun karmaşık yapısını anlayabilir ve daha doğru bir değerlendirme yapabiliriz. Kişisel olarak düşünsel yaklaşımımda elimden geldiğince bu bakış açısını benimsemeye çalışıyorum. Bu bakış açısını korumak suretiyledir ki mevcut politik güçleri oluşturan taraflardan birine eklemlenmeden, nesnel değerlendirme yapabilmenin mümkün olacağını düşünüyorum.

İkinci Dünya Savaşının sonuna giden o karanlık yolda bütün dünya halkları büyük bedeller ödedi. Bu zorlu süreçte, insanlar birçok acı kayıplar yaşadı, sevdiklerini yitirdi ve evlerini terk etmek zorunda kaldı. Şehirlerin bombalanması, köylerin haritadan silinmesi yalnızca insanlar arasındaki dayanışmayı geliştirerek onları ulus yapmakla kalmadı aynı zamanda acıyı da elle tutulur, kolektif bir şeye dönüştürdü. Hayatta kalanlar, yaşadıkları travmanın etkisiyle sıklıkla büyük bir huzursuzluk ve belirsizlik içinde kaldılar, kuşaklar bu hafızanın yükünü üzerlerinde hissettiler. Dolayısıyla kazanılan zaferi kutlamaya da herkesin hakkı olduğunu söylemek adil ve yerinde bir yaklaşım olacaktır; zira bu zafer, yalnızca askerî bir galibiyet değil, aynı zamanda insanlığın karanlıklara karşı verdiği mücadelenin bir simgesiydi. Bu zafer, aynı zamanda barışın ne kadar kıymetli olduğunu da hatırlattı ve ondan öğreneceğimiz hala çok şey var.

ONUR AYDEMİR

2025, ANKARA

Diğer Yayınlar

Biz Hep Bir Kişi Eksiktik

biz hep / bir kişi eksiktik./ yanımızda her zaman/bir kişi yoktu.

o bir kişidir ki / yokluğu/ bilemezsin, / ne kadar /çok şey anlatıyordu…

Столкновение с Холокостом: исследование произведения Петера Вайса «Допрос»

Столкновение с Холокостом: исследование произведения Петера Вайса «Допрос» 🇹🇷 Türkçe 🇬🇧 English 🇮🇱 עברית 🇫🇷 Français 🇷🇺 Русский Посвящается М.Х. и всем добрым людям… «Дознание» — это прежде всего театральный текст, то есть текст, подготовленный…

התמודדות עם השואה: עיון ביצירתו של פטר וייס “החקירה”

התמודדות עם השואה: עיון ביצירתו של פטר וייס “החקירה” 🇹🇷 Türkçe 🇬🇧 English 🇮🇱 עברית 🇫🇷 Français 🇷🇺 Русский עבור מינרה וכל האנשים הטובים “החקירה” הוא, בראש ובראשונה, טקסט תיאטרלי, כלומר טקסט שהוכן להצגה על…

Flanör, şehrin kalabalığı içinde bir gözlemcidir; her ayrıntı, onun için bir ipucudur.

Pasajlar

“Her pasaj bir şehirdir, her şehir bir pasajdır…”

* * *
5–7 dakika
1848
1857
Charles Baudelaire, modern şiirin temelini atan “Kötülük Çiçekleri“ni yayımladı.
1859
1874
Paris’te ilk Empresyonist sergi açılarak modern sanatın kapıları aralandı.
1882
Nietzsche, “Şen Bilim” kitabında “Tanrı’nın ölümü” fikrini ortaya attı.
1900
Sigmund Freud, psikanalizin temelini atan “Düşlerin Yorumu“nu yayımladı.
1905
Albert Einstein, Özel Görelilik Teorisi‘ni yayımlayarak fizik anlayışını değiştirdi.
1907
Pablo Picasso, Kübizm akımını başlatan “Avignonlu Kızlar” tablosunu yaptı.
1913
Igor Stravinsky‘nin “Bahar Ayini” balesinin prömiyeri Paris’te isyanla karşılandı.
1915
Franz Kafka, modern bireyin yabancılaşmasını işlediği “Dönüşüm“ü yayımladı.
1916
Zürih’te Hugo Ball tarafından Dada akımı başlatıldı.
1919
Walter Gropius, Weimar’da Bauhaus Okulu‘nu kurarak modern tasarım anlayışını başlattı.
1921
Ludwig Wittgenstein, analitik felsefenin temel metinlerinden “Tractatus Logico-Philosophicus“u yayımladı.
1922
James Joyce‘un “Ulysses” romanı yayımlanarak edebi modernizmin zirvesine ulaştı.
1924
1927
Martin Heidegger, varoluşçu felsefenin temel eseri “Varlık ve Zaman“ı yayımladı.
1939
Almanya’nın Polonya’yı işgaliyle II. Dünya Savaşı başladı.
1942
Albert Camus, Varoluşçuluk akımının temel eserlerinden “Yabancı“yı yayımladı.
1945
II. Dünya Savaşı sona erdi ve toplama kamplarının kurtarılmasıyla Holokost‘un boyutu ortaya çıktı.
1947
Adorno ve Horkheimer, Frankfurt Okulu‘nun temel metni “Aydınlanmanın Diyalektiği“ni yayımladı.
1949
Simone de Beauvoir, “İkinci Cins“i yayımlayarak modern feminizmde çığır açtı.
1953
Samuel Beckett‘in absürt tiyatronun başyapıtı “Godot’yu Beklerken” ilk kez sahnelendi.
1957
Sovyetler Birliği’nin Sputnik 1‘i fırlatmasıyla Uzay Çağı başladı.
1958
Claude Lévi-Strauss, “Yapısal Antropoloji” ile Yapısalcılık akımını sağlamlaştırdı.
1961
Frantz Fanon, sömürgecilik karşıtı düşüncenin temel metni “Yeryüzünün Lanetlileri“ni yayımladı.
1961
Jane Jacobs, “Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı” ile modern kent planlamacılığını eleştirdi.
1962
Hannah Arendt, “Kötülüğün Sıradanlığı” kavramını ortaya attı.
1963
Martin Luther King Jr., Washington’da “Bir Hayalim Var” konuşmasını yaptı.
1967
Roland Barthes, “Yazarın Ölümü” makalesiyle metin analizinde yeni bir dönem başlattı.
1968
Paris’teki Mayıs ’68 olayları, öğrenci ve işçi hareketleriyle küresel bir etki yarattı.
1969
Stonewall Ayaklanmaları, modern LGBTİ+ hakları mücadelesinin başlangıcı oldu.
1971
Intel, kişisel bilgisayar devriminin temelini atan ilk ticari mikroişlemci Intel 4004‘ü tanıttı.
1971
John Rawls, 20. yüzyıl siyaset felsefesini derinden etkileyen “A Theory of Justice” (Bir Adalet Teorisi) kitabını yayımladı.
1973
Mühendis Martin Cooper, tarihteki ilk halka açık mobil telefon görüşmesini yaparak yeni bir iletişim çağını başlattı.
1975
Michel Foucault, modern iktidar mekanizmalarını incelediği “Hapishanenin Doğuşu“nu yayımladı.
1977
İnsanlığın uzaydaki en uzak nesneleri olan Voyager 1 ve 2 uzay sondaları fırlatıldı.
1979
Jean-François Lyotard, “Postmodern Durum” raporuyla postmodernizm tartışmalarını alevlendirdi.
1983
Pasteur Enstitüsü’ndeki bilim insanları, AIDS’e neden olan HIV virüsünü ilk kez izole ettiklerini duyurdu.
1984
Apple, grafik kullanıcı arayüzünü popülerleştiren ve kişisel bilgisayarcılıkta bir dönüm noktası olan Macintosh‘u tanıttı.
1986
Çernobil nükleer felaketi, nükleer enerji ve çevre politikaları üzerinde küresel bir etki yarattı.
1989
Tim Berners-Lee, CERN’de World Wide Web‘i (www) icat ederek internetin yaygınlaşmasının temelini attı.
1990
Evren anlayışımızı kökten değiştiren Hubble Uzay Teleskobu, yörüngeye yerleştirildi.
1991
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Soğuk Savaş sona erdi ve yeni bir jeopolitik dönem başladı.
1993
İlk popüler grafiksel web tarayıcısı olan Mosaic‘in piyasaya sürülmesi, World Wide Web’in halka yayılmasını hızlandırdı.
1996
İskoçya’daki Roslin Enstitüsü’nde, bir yetişkin hücreden klonlanan ilk memeli olan Koyun Dolly‘nin doğumu, biyoteknoloji ve etik tartışmalarında bir çığır açtı.
2001
11 Eylül saldırıları, küresel siyaset, güvenlik ve uluslararası ilişkilerde yeni bir dönem başlattı.
2003
Biyolojide bir devrim olan İnsan Genom Projesi‘nin tamamlandığı ve insan DNA’sının tam haritasının çıkarıldığı duyuruldu.
2004
Harvard Üniversitesi’nde bir proje olarak başlayan Facebook, sosyal medyanın yükselişini ve dijital etkileşimi yeniden tanımladı.
2007
Apple, ilk iPhone‘u tanıtarak akıllı telefon devrimini başlattı ve mobil iletişimi yeniden şekillendirdi.
2008
Küresel Ekonomik Kriz, dünya ekonomisini derinden sarsarak finansal sistemler üzerine tartışmaları tetikledi.
2010
Tunus’ta başlayan ve Orta Doğu ile Kuzey Afrika’ya yayılan Arap Baharı, sosyal medyanın politik değişimdeki rolünü gözler önüne serdi.
2012
CERN’deki bilim insanları, parçacık fiziğinin Standart Modeli’nin eksik parçasını tamamlayan Higgs bozonunun keşfedildiğini duyurdu.
2015
196 ülke, iklim değişikliğiyle mücadele için küresel bir çerçeve oluşturan tarihi Paris Anlaşması‘nı imzaladı.
2016
Google DeepMind tarafından geliştirilen yapay zeka programı AlphaGo, Go şampiyonu Lee Sedol‘u yenerek yapay zeka alanında bir dönüm noktası oluşturdu.
2019
Olay Ufku Teleskobu projesi, insanlık tarihinde ilk kez bir kara deliğin fotoğrafını yayımlayarak astronomide bir ilke imza attı.
2020
COVID-19 pandemisi, küresel bir sağlık krizine yol açarak sosyal yaşamı, ekonomiyi ve uluslararası ilişkileri kökten değiştirdi.